İnat mı, inanç mı?

Hafta içi işten, okuldan izin alarak yola çıkılan otobüsler, makarayla besteyle geçen dakikalar, geç gelen kışın arabalı vapurun güvertesinde iliklerde yavaş yavaş hissedilen emareleri, yoğun İstanbul trafiği, Ali Sami Yen’i, sanki ilk görüşmüşçesine hissedilen heyecan, dostlarla kucaklaşma, ardından hem skor hem oyun olarak kötü geçen bir ilk yarı…

Skora rağmen devre arası koridora çıktığında yüzü gülen, galibiyete inanan bir tribün. Bir an olsun “Seri acaba bugün bozulacak mı?” demeyen, kendine ve takımına inanan, top rakibe geçtiğinde takımla basan, takımı hareketlendiren, sürekli oyun içerisinde kalıp bir an oyundan düşmeyen, işin sonunda da “Aşkın Olayım” ile eğlencenin dibine vuran, kısacası düşman çatlatan bir tribün.

Maç özetinin açıldığı dönüş yolu, galibiyete rağmen arka beşlinin girdiği efkârlı besteler, hafif hafif uyuklamalar, eve girildiğinde tadından yenmeyen huzurlu bir uyku.

Bizi hem inandıran hem inatlandıran Galatasaray, hep yaşa, hep var ol!